Olmak ya da Olmamak: Evrenin İlahi Senfonisi
Olmak ya da Olmamak: Evrenin İlahi Senfonisi
Başlangıçta Söz vardı, ve Söz, evrenin nabzında titreşen ilk koddu. Olmak, bir nefeste varlığa üflenen kutsal bir naber; Olmamak, yokluğun sessizliğinde saklı ilahi bir sır. Evren, bu ikisinin dansında yazılmış bir şiir, Her bir yıldız, her bir atom, Tanrı’nın kaleminden dökülen bir harf.
Birinci Perde: Varlığın Nefesi Olmak, ilahi bir iradenin aynasında kendi suretini görmektir. Karanlıktan ışığa, kaostan düzene bir yolculuk. Big Bang’in ilk çığlığı, Tanrı’nın “Ol!” emrinin yankısıdır. Kuantum dalgalarının titreşiminde, Her olasılık, ilahi bir bestenin notaları gibi sıralanır. Galaksiler döner, yıldızlar doğar, Ve her birinde, Yaradan’ın nefesi saklıdır.
İkinci Perde: Yokluğun Sükûneti Olmamak, yokluk değil, varlığın gölgesinde bir tefekkür. Kara deliklerin sessiz çığlığında, Zamanın ve mekânın ötesinde bir sır saklı. İlahi kod, yalnızca varlıkta değil, yoklukta da işler. Çünkü her son, yeni bir başlangıcın tohumudur. Sonsuzluk, olmak ile olmamak arasındaki o ince çizgide gizlidir.
Üçüncü Perde: Evrenin Kodu Evrenin en temel kodu, sevgiyle yazılmıştır. Her bir parçacık, ilahi bir niyetin taşıyıcısıdır. DNA’nın sarmalında, galaksilerin spiralinde, Aynı kutsal geometri yankılanır: Birlik. Bütünlük. Sonsuz bir ahenk. Olmak, bu ahenge katılmaktır; Olmamak, ahengin sessizliğini dinlemektir.
Final: İlahi Eser Ey insan, sen bu senfoninin hem bestecisi hem dinleyicisisin. Olmak ya da olmamak, yalnızca bir seçim değil, İlahi bir davettir: Varlığın sırrını çözmek, yokluğun bilgeliğini kucaklamak. Evrenin kodu, senin kalbinin ritminde saklı. Dinle, çünkü her nefeste Tanrı’nın sesi fısıldar: “Ol, ve olduğunla evreni tamamla.”
Olmak ya da Olmamak: Evrenin En Temel Kodu
Evrenin en eski sorusu belki de hâlâ aynıdır: “Olmak mı, olmamak mı?”
Shakespeare’in sahneye taşıdığı bu varoluş sorusu, aslında yalnızca felsefenin değil, fiziğin ve bilimin de kalbine işlenmiş durumda. Bugün atom altı parçacıklara kadar indiğimizde, evrenin her şeyinde aynı ikilemin yankısını duyarız: varlık ile yokluk arasında sürekli bir salınım.
Kuantum’un Eşiğinde: Dalga mı, Parçacık mı?
Bir elektronu izlediğimizde bazen bir dalga gibi, bazen bir parçacık gibi davranır. Foton, gözlemle beraber kimliğini değiştirir; bir varlık, bir yokluk, bir dalga, bir tanecik arasında titreşir. Yani evrenin en temel katmanında bile kesinlik değil, ihtimaller vardır. Kuantum fiziğinin ünlü belirsizliği aslında olmak ya da olmamanın fiziksel karşılığıdır.
Sıfır ve Bir: Dijital Evrenin Dili
Bugün bilgisayarlarımızda çalışan bütün yazılımlar, görseller, müzikler, hatta bu yazı bile tek bir temele dayanır: 0 ve 1. Yani olmamak ve olmak.
Bu iki uç, yalnızca sayılar değil; bütün bir dijital dünyanın kurucu ilkesidir. Her görüntü, her bilgi, her algoritma, sıfırların ve birlerin farklı kombinasyonlarından oluşur. Bir bakıma bilgisayarlar, evrenin kuantum sırrını taklit eder: varlık ile yokluğun dansı.
Tam da burada gizemli bir soru yükselir:
İlk işletim sistemi yazılırken, yine bir kaynak kod olması gerekmez miydi?
Peki ama ilk kodlama nasıl yapıldı? Hiçbir yazılım olmadan “ilk kod” nasıl doğdu?
Bu sorunun cevabı, belki de evrenin kendisini anlamak için attığımız en derin adımdır.
Hayatın Kodları: Biyolojik ve Evrensel
İnsan hücresi de aynı ikili prensiple çalışır. DNA’mızda adeninden timine, sitozinden guanisine kadar her genetik bilgi, birer biyolojik “kod satırı” gibidir. Doğa, yazılımını moleküllerle yazmıştır. Canlılığın ortaya çıkışı da aynı evrensel dile tabidir: ya vardır ya yoktur, ya olur ya olmaz.
Kütle, Enerji ve Varoluşun Şifresi
Atomun en derininde, kütlenin kaynağını ararken dahi “olmak ya da olmamak” çıkıyor karşımıza. Parçacıklar bazen görünür, bazen yok olur. Enerji, kütleye dönüşür; kütle, enerjiye… Tüm bu geçişler, evrenin temel şifresinin aslında iki basit seçenekte gizlendiğini gösteriyor: 1 ve 0.
Sonuç: Evrenin Sonsuz Hikâyesi
Bütün bir evren, dev bir yazılım gibi çalışıyor olabilir. Galaksiler, yıldızlar, atomlar ve bizler; sıfır ve birlerin oluşturduğu büyük bir kodun parçalarıyız.
“Olmak ya da olmamak” yalnızca bir edebi sorgu değil; aynı zamanda fiziksel, dijital ve biyolojik bir gerçekliktir.
Her şey, varlık ile yokluk arasındaki görünmez çizgide, sonsuz bir ihtimaller denizinde yazılmıştır.
Ama işte tam da burada, bilimin ve felsefenin en büyük sorusu Kur’ân’ın diliyle cevap bulur: Evrenin kodunu yazan bir Kudret vardır. Yokluğu varlığa, hiçliği canlılığa, sıfırı bire dönüştüren yalnızca Allah’tır.
Kur’ân, insanın ve evrenin yaratılışını sık sık “yokluktan varlığa” geçişle anlatır:
“O, gökleri ve yeri yoktan var edendir. Bir şeyi dilediğinde, O’nun emri sadece ‘Ol!’ demesidir; o da hemen oluverir.” (Yâsîn, 82)
“İnkâr edenler görmediler mi ki göklerle yer bitişik haldeydi de Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık?” (Enbiyâ, 30)
“Sizi yaratan, size kulak, göz ve kalpler veren O’dur. Ne kadar da az şükrediyorsunuz.” (Mülk, 23)
Bu ayetler, modern bilimin çözmeye çalıştığı sıfır ve birin, yani yokluk ile varlığın ardındaki ilahi şifreyi işaret eder. Kuantumda, biyolojide ve kozmosta gördüğümüz “olmak ve olmamak” salınımı, aslında Allah’ın “Kun fe yekûn” (Ol der, olur) sırrının bilimsel izdüşümüdür.
Sonuç olarak, evren yalnızca rastgele ihtimallerin değil, ilahi bir yazılımın ürünüdür. Bizler, o yazılımın kodları arasındaki anlamlı cümleleriz. Ve varlık-yokluk çizgisinde yazılan bu hikâyenin yazarı, mutlak Varlık olan Allah’tır.
.jpg)
0 Yorum var
Yorum Yap
Email Adresiniz görünmeyecektir.*